Fiba Yenilenebilir Enerji'nin sunduğu Açık Yeşil'de Ümit Şahin ve Ömer Madra, UNESCO tarafından 13 Şubat için ilan edilen Dünya Radyo Günü'nün ana teması 'Radyo ve İklim Değişikliği' üzerine konuşuyorlar.
Ümit Şahin: Apaçık Radyo'da Açık Yeşil başladı, ben Ümit Şahin.
Ömer Madra: Ben de Ömer Madra.
Ü.Ş.: Destekçimiz Akif Pamuk'a teşekkür ediyoruz programa başlarken. Evet, yarın 13 Şubat Dünya Radyo Günü ve bu sene Dünya Radyo Günü'nün UNESCO tarafından açıklanan teması ‘Radyo ve İklim Değişikliği’. Biraz bunu konuşarak başlayalım Ömer Abi.
Ö.M.: Evet, biraz gecikmiş oldular ama nihayet bu gündemin birinci sırasına yerleşmiş olması çok iyi. Dünyadaki iklim değişikliğine karşı korkunç yani nasıl izah edebileceğimi bilemediğim bir aymazlık var ve radyoların da bunu gidermekte önemli bir rolü olması gerektiğini her zaman düşünmüşüzdür.
Ü.Ş.: Evet, Dünya Radyo Günü UNESCO tarafından 2011 yılında ilan edilmiş. Bu sene Dünya Radyo Günü’nün 14’üncüsü oluyor ve gerçekten iklim değişikliğinin duyurulmasında, iklim değişikliği konusunun gündeme taşınması açısından radyonun önemi önemli örneklerden biri olsa gerek.
Ö.M.: Evet, epey uzunca bir zamandan beri olduğunu söyleyerek, dinleyicilerle de haberleşerek yapmaya çalıştık bunu.
UNESCO'nun bu seneki Dünya Radyo Günü ile ilgili bildirisinde nitelikli radyoların hala evrensel ve popüler olduğu; pek çok yerde de bütün bu yeni gelişmelere yani yapay zekadan sosyal medyaya kadar bütün yeni gelişmelere rağmen dünyanın pek çok yerinde hala en güvenilir medya olarak görüldüğü söyleniyor. Özellikle de radyoların bağımsız ve tarafsız bir şekilde yayın yaptıklarında, dinleyicilerin iklim değişikliğiyle ilgili algısını ciddi biçimde değiştireceği söyleniyor ve burada da özellikle hem normal frekanstan yayın yapan radyoları yani karasal yayın yapan radyoları, hem de on-demand - aslında podcast'i de dahil etmiş - yani istendiğinde dinlenebilen, talebe bağlı radyoları dahil etmiş - herhalde podcast son zamanlarda giderek yaygınlaşıyor, onu da buna katmakta fayda var.
UNESCO’nun bildirisinde, özellikle radyo istasyonlarının son zamanlarda hem kamu fonlarından, hem de reklamlardan yeterince yararlanamamaktan kaynaklanan finansal kaynak yetersizlikleri, eleman yetersizlikleri radyo istasyonlarının güvenilir bilgiye erişmesi konusunda sorunlar yaratıyor deniyor. Ama özellikle radyolara ve radyoculara, radyo programcılarına şu görevlerin düştüğünü saymış; iklim inkarcılarının ya da şüphecilerinin argümanlarını parçalamak, çürütmek, bir yandan da ‘Greenwash’u yani yeşil badanayı aynı şekilde çürütmek ya da ekoloji ekonomisini ortaya çıkarmak, iklim aktivistlerinin farklı görüşleriyle ilgili ya da farklı eylemleriyle ilgili haberler yapmak ve en önemlisi de çözümlerin önündeki engellere ve eksik eylemlere ya da eylem yetersizliklerine yönelik haberler yapmak. Tabii bu arada da bütün uzmanlara ve farklı görüşlere başvurmak – bu da aslında herhalde tam da bizim yıllardır Açık Radyo'da yapmaya çalıştıklarımız.
Ö.M.: Evet, ben de öyle düşünüyorum ve iyi ifade edilmiş bir metin olduğunu da söyleyebiliriz. Bir iki de ben ilave edeyim izninle; radyo bütün olağanüstü çeşitliliği içinde insanlığın durumunu, en büyük çeşitliliğini kutlamak için gayet güçlü bir mecra ve demokratik söylem içinde de bir platform oluşturuyor. Yani küresel seviyede radyo, senin de söylediğin gibi, en yüksek ölçüde tüketilen, kullanılan medyum, araç, mecra. Bu benzersiz şeyin en geniş dinleyicilere de ulaşabilme niteliği, toplumun çeşitliliğini biçimlendirmede katkısı olabileceği ve bütün seslerin kendini duyurabileceği, sessizleştirilmek istenenlerin seslerine de yer verebileceğini, hem temsil edilme, hem de duyulmasını sağlayacak çok önemli bir araç olarak hala günümüzde deyip 13 tane de fikir vermiş. Yani 13 Şubat'ı kutlamak için, çeşitli radyo istasyonlarının canlı yayınlarında bunların da yayılmasını konuşalım diye teşvik ediyor. Bunca zamandır biraz uzak duruyordu Birleşmiş Milletler ama şimdi bu bildiride UNESCO nihayet, 2024'ün kayda geçen en sıcak yıl olduğunu ve Kaliforniya'daki korkunç yangınlardan büyük bir yıkım meydana geldiğini belirtmiş. Milyarlarca insanın geçim kaynağını elde edebileceği yani bunu sağlamakta en önemli rolü oynayan toprak bozulmasının, arazi bozulmasının da giderek önem kazandığı bir dönemdeyiz diyor. Buraya şunu da ekleyelim; UNESCO bildirisinde zamanlama olmadığı için 2025'in ilk ayı, Ocak ayı da tarihe, kayıtlara gelmiş geçmiş en sıcak ay oldu ve fark edilmedi yani bu söylenmedi ama bunu da eklemek lazım.
Radyo ve iklim değişikliği bunları konuşmak için çok fırsat veriyor ve gerçekleri ortaya koyabilmek adına, program stratejilerini yürütmek adına da 13 tane de fikir veriyor 13 Şubat'ta. Senin de söylediğin gibi, bunların bir kısmını biz zaten yıllardır düzenlemeye ve yaymaya çalışıyoruz, üzerine kitaplar bile çıktı. Yani kaç yıl oldu Açık Yeşil? Çok uzun yani 17 yıldan beri sürüyor ve dinleyicilerin de katkılarıyla Açık Yeşil adıyla iki ayrı cilt olarak kitaba dönüştüğünü de belirtmek lazım.
Ü.Ş.: Bu arada, bu UNESCO bildirisinin bence en ilginç ve güzel bölümlerinden bir tanesi, çevresel felaketler sırasında radyonun çoğu zaman tek bilgi kaynağı olduğu ve insanları, toplulukları desteklemek açısından elektrik ve internet kesintisi olduğunda bile çok geniş sayıda insana eriştiği. Yani aslında tabii bir de radyonun çok ucuz bir şey olması; bir tane transistörlü radyonuz varsa bile bir pilli radyo ile bu yayını alabilirsiniz. Bu da Açık Radyo’nun karasal yayınının kesilmesi sırasında çok sık konuştuğumuz bir şeydi yani depremler sırasındaki Açık Radyo’nun o zamanlar, hem 1999'da, hem de geçen senelerdeki büyük depremlerde ne büyük bir işlev taşıdığını konuşmuştuk hep. Eğer karasal yayın yapıyorsanız elektriğe ve internete bile gereksinim duymadan bir şekilde dinleyebiliyorsunuz. Yani bir sel felaketi sırasında ya da bir başka felakette çok daha değerli çünkü çok daha fazla insana ulaşabiliyor ama maalesef bunu anlatamadık.
Ö.M.: Evet, bunu da 6 Şubat depremlerinin anılması sırasında Altın Saatler programcıları ile yaptığımız ortak yayında da özellikle altını çizerek söyledik. Yani Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) bir atlamayı gerekçe göstererek tamamen karasal yayını iptal etmesinin öngörülmeyen sonuçları, feci sonuçları olabileceğini ta 1999 depreminden beri edindiğimiz deneyler ışığında ortaya koyduk. Yani bir de 6 Şubat depremlerinde de Altın Saatler'den de çok yakından tanıdığımız, Açık Radyo'nun kurucularından da olan ve o zamanki adıyla Açık Site’nin - internet sitesinin adı da Açık Site idi o sıra - yönetim kurulunda yer alan bir arkadaşımızın, Tülin Danış'ın pili bittiği için annesinin bakımı için gittiği hastanede kendi hayatını da kaybetmesi gibi durumları da yaşadık. Yani bütün bunları da konuştuk. Aziz Şasa ile de topluluk radyolarının ne kadar muazzam bir önem taşıdığını hem fiziki bir araç olarak, hem de toplumu şekillendirmede yardımcı olma konusunda ne kadar önemli olduğunu da enine boyuna olmasa da epey konuşma fırsatı bulduk.
Ü.Ş.: Evet yani burada yaptığımız şeyin bir kamu hizmeti olduğunu düşünmüyor olabilirler ya da zaten bütün kamu hizmetlerine yönelik benzer bir durumun olduğu da söylenebilir. Her şeyin ticarileşmesi yani ticari olmayan hiçbir şeye değer verilmemesi gibi bir durum maalesef oluşmaya başladı. Bu arada UNESCO'nun bildirisinin son bölümünden şunu da atlamayalım; çevre habercilerine, gazetecilere yönelik saldırıları da konu almışlar yani bunun ne kadar önemli olduğunu, son 15 yılda 89 ülkede kaydedilen 749 saldırıda 44 gazeteci öldürüldü diyorlar ve yapılan bir ankette de çevre haberi yapan gazetecilerin %70'i bir şekilde saldırıya uğradığını, tehdit edildiğini ya da baskı gördüğünü söylemiş. Bunlardan %60'ı online olarak yani internet üzerinden, mail üzerinden, sosyal medyadan saldırıya uğradığını, %41'i ise fiziksel olarak saldırıya uğradığını dile getirmiş. Dörtte biri de şu anda haklarında açılmış davaların olduğunu söylemiş. %70'i de bir şekilde kendi zihinsel sağlıklarının bu işten etkilendiğini belirtmiş. Bunun da son derece önemli olduğunu ekleyelim.
Bu arada birazcık radyo ve iklim değişikliği diye arayınca, benim de daha önce görmediğim, gözümden kaçmış olan çok önemli bir Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi altında verilmiş bir karara rast geldim. Bu, UNFCCC dediğimiz İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi. Yani bütün bu COP'ların düzenlendiği, Paris Anlaşması'nın altında 2005 yılında Nairobi'deki COP’ta kabul edilen Nairobi Çalışma Programı diye meşhur bir belgesi vardır, daha doğrusu mekanizması vardır. Özellikle adaptasyon ve dirençlik yani uyum ve dirençlik konusundaki en önemli karardı bu. O çalışma programı altında adaptasyon konusunda, Nairobi Çalışma Programı altında iklim değişikliğine bir bilgi aracı olarak ya da bilgi ileten bir araç olarak ‘Topluluk Radyosu’ diye bir broşür var ve bu da doğrudan doğruya Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği tarafından çıkartılmış. Burada Topluluk Radyosu'nu topluluklar tarafından yerel dillerde ve genellikle iklim değişikliğinin kalbinde olan konulara odaklanarak, iklim değişikliği ya da çevresel sorunlar gibi sorunlara odaklanarak yayın yapan bir radyo istasyonu olarak tanımlıyor. Özellikle de iklim değişikliği ve çevre konularıyla ilgili belgeseller, talk show'lar, drama, müzik programlarının aslında topluluklara iklim değişikliğinin etkileri konusunda yardımcı olduğu, onları bilgilendirdiği ya da onların mücadele etmesine destek olduğunu söylüyor. Bu da son derece önemli. Burada özellikle çiftçilere yönelik yerel radyolardan bahsediyor. Çiftçilere yönelik çeşitli felaketler konusunda ya da hava olayları, iklim olayları konusunda bilgi vermek, uyarılarda bulunmak için radyo istasyonları çok önemli ama onun ötesinde de sadece çiftçiler için değil, bütün toplulukların sesini de aslında yansıtması bakımından önemli. Şimdi bunu okurken de yine Açık Radyo'yu, Apaçık Radyo'yu düşündüm. Gerçekten baştan beri bizim programcı sayımız kaç oldu bilmiyorum ama binlerce insanın program yaptığı, herhalde on binlerce insanın konuk olduğu ve kendi içinde dinleyicilerin, destekçilerin, programcıların hep bir arada olduğu bir yapı Açık Radyo ve tam da bundan bahsediyor aslında.
Ö.M.: Ve her hafta bunların da konuşulduğu programlar var.
Ü.Ş.: Tabii iklim de sürekli konuşuluyor. Özellikle iklim değişikliğinden kaynaklanan etkilerden, ve kırılganlıklardan nasıl korunacağı üzerine ‘informed decision’ demiş.
Ö.M.: Yani doğru bilgiye dayalı kararlar verebilmesi. Evet, bunun muazzam önemi büsbütün ortaya çıktı. 23 günde, 3 haftalık bir sürede Donald Trump'ın neler yaptığı görüldü ki bununla ilgili de sık sık Açık Gazete programı başta olmak üzere konuşma fırsatı bulmaya çalışıyoruz. Yani iklimle ilgili ne kadar inkarcı var ise şimdi Trump'ın etrafında yeni ABD yönetiminde ağır basıyorlar bu teknokratlarla beraber. Bunun bir çeşit teknokrat faşizm darbesi de olduğu yazılıp çiziliyor, çok önemli yazarlar, çizerler tarafından ortaya konuyor. Yani ilk yaptıkları Paris İklim Anlaşması'ndan çıkmak da o belki en önemli şey oldu ama onu da geçtim çünkü ikinci defa çıkıyor. Onun dışında ABD’nin bürokratik resmi çalışmalarından iklim konusundaki atıflar tümüyle çıkarılmış oluyor, muazzam bir saldırı var.
Ü.Ş.: Son saldırıya da o zaman değinelim; belki dinleyicilerimiz duymuştur ama Trump'ın son imzaladığı kararname o kadar spesifik noktalara kadar girdi ki... Kağıt pipetlerin kullanımını teşvik eden her şeyi yasaklamış yani yeni bir kararname imzalayarak Biden'ın zamanında tek kullanımlık plastikleri azaltmaya yönelik olarak, plastik pipetlerin kullanımını azaltmak için özellikle kamu bütçesinden yapılan alımlarda kağıt pipet kullanımını zorunlu kılan ve bir şekilde özendiren, teşvik eden kararları kaldırmış. Peki, niye? Trump'ın bu konulardaki gerekçeleri de inanılmaz çünkü ‘Ben birkaç kere kullandım, hiçbir işe yaramıyor’ diyor. Aynı zamanda ‘İğrenç, eriyor, patlıyor’ diyor yani kendisi beğenmemiş. Şimdi tabii nedenin bu olmadığı da bariz yani plastik endüstrisinin dolayısıyla da fosil yakıt endüstrisini, petrol şirketlerini korumak için alınmış bir karar olduğu çok belli. Şimdi hemen The Guardian’daki bu haberin sonundaki bilgiyi vermek istiyorum - buna inanamadım gerçi bu bilgi biraz fazla gibi geldi bana ama ABD’de her gün 390 milyon plastik pipet kullanılıyormuş ve pipetin kullanım süresi de birkaç dakika. Yani birkaç dakika kullanıp atıyorsunuz ve bunların parçalanması bile 200 yıl sürüyor. Ama zaten parçalandıktan sonra da mikroplastiğe dönüşüyor. Trump bu konu üzerine de ‘Bunların denizlere atılması falan o kadar önemli değil, bunlardan köpekbalıklarının etkileneceğini sanmıyorum’ demiş.
Ö.M.: Yani absürditenin sonu yok. Bunun gerçekten bir faşist darbe olduğunu zaten bu konuda çok önde gelen akademisyenler ve siyasetle uğraşan yazarlar da yazıyor. Yazanların üzerinde durdukları, yazdıkları şeylerden biri de iklim inkarcılarını ön plana getirmek ve petrolcülerin, gazcıların, büyük şirketlerin, kömürcülerin işlerine yarayan en önemli darbeleri gerçekleştirmek. Elon Musk da bunların başında geliyor zaten.
Ü.Ş.: Bu haberde çok önemli bir hatırlatma daha var; yani ne zaman plastikten bahsedilse bir yerlerde hep plastik kullanımının kaçınılmaz olduğu yerler, bir takım kalıcı malzemenin yapımında örneğin tıptaki kullanımı ön plana çıkarılır. Halbuki dünyadaki mevcut plastik üretiminin %40’ı tamamen bu pipet gibi saçma sapan tek kullanımlık şeyler ve alternatifini bulmanın da çok kolay olduğu ve çoğunlukla da kullanmanın hiç gerekmediği - naylon torbalar, bardaklar, plastik şişeler, plastik pipetler vs. Bunlar gibi şeyler için %40 kullanılıyor ve bir yıllık plastik üretimi 460 milyon tona çıkmış durumda. Tabii bütün bu Trump'ın ‘ben bunu sevmiyorum, o yüzden yasakladım’ dediği kağıt pipetler ile ilgili meselenin asıl özünü de Matt Seaholm diye bir plastik sanayi birliğinin CEO'su açıklamış, demiş ki, ‘Bu pipetler sadece bir başlangıç, plastiğe geri dönüş hepimizin desteklemesi gereken bir hareket’.
Ö.M.: Evet, artık açıkça da söylenebiliyor.
Ü.Ş.: Açıkça söylüyorlar, hiçbir şey saklamıyorlar.
Ö.M.: Evet, bu haberlere zamanlama açısından da tamamen denk gelen bir haberi de gene bu sabah Açık Gazete'de konuşma fırsatı bulduk birazcık. Fareler üzerinde yapılan deneyler sonucunda mikroplastiklerin beyindeki kan damarlarını bloke ettiğine dair bir haber vardı.
Ü.Ş.: Evet bir iki küçük haber ile tamamlayalım programı. Çok kaygı verici bir haber var; dünyanın en büyük ülkelerinden biri olan Endonezya, Paris Antlaşması'ndan çıkmayı tartışmaya başlamış ve gerekçe olarak da Endonezya'nın iklim değiştiği elçisi Hashim Djojohadikusumo demiş ki, ‘ABD’nin uymadığı bir uluslararası anlaşmada Endonezya gibi bir ülkenin ne işi var? Bu bir adalet sorunudur’. Biraz baktım ve şu anda Jakarta Post gibi bir sürü gazetede bu konu tartışılıyor. Diyorlar ki, ‘Bizim payımız çok az, ABD bile uymuyorsa biz niye uyalım? Üstelik de bizim ekonomimize zarar verecek bu’. Endonezya ile G7 ülkeleri arasında adil enerji geçiş ortaklığı diye bir şey vardır, daha önce Güney Afrika ile de yeni bir enerjiye geçiş için, kömürden çıkışı desteklemek için 20 milyar dolarlık bir destek imzalanmıştı. Endonezya’ya bu para gelmiyormuş ve gelmemesi de aslında Endonezya'da yine ABD’nin ve diğer zengin ülkelerin söz verdikleri parayı vermemeleriyle ilgili bir şey. Bunun yarattığı tartışmalar ile de enerji politikalarında kömüre öncelik vermeyi tekrar gündeme getirdiği söyleniyor. Yani G20 ülkesi olarak Endonezya çıkar ise bu çok büyük bir haber ve her yer aynı şeyi tartışmaya başlayabilir. Bununla da Paris Antlaşması'nın ciddi anlamda yaralanabileceği bir sürece girebiliriz.
Ö.M.: Evet, bu da önemli. Hatta ben de şeyi hatırlatayım bu vesileyle, hangi tarihte olacağını tam hatırlamıyorum ama 2024 Ağustos'unda başkentin Jakarta'dan Nusantara denen bir şehre taşındığını söyleyelim, henüz tamamlanmadı tabii ama bu değişikliğin yapılmasının temel sebebi de iklim değişikliği yüzünden Endonezya'da deniz seviyelerinin yükselmesi, buzların erimesi. Yani Jakarta'da bir süre sonra yaşanamaz hale gelinecek yükselen sular dolayısıyla. Her şeyin tam ortasında, gündemin tam ortasında bir ülke ve şehir Jakarta. Bu aylarda taşıyacaklardı galiba, Haziran idi galiba, hatırlamıyorum. Yani düşünün, başkentini değiştirmek zorunda kalan bir ülke, şimdi iklim koruma tedbirlerinin dışında kalıyor.
Ü.Ş.: Peki, o zaman Dünya Radyo Günü'nü, hem de iklim değişikliği ve radyolar temalı Dünya Radyo Günü'nü kutlayarak Açık Yeşil’i bitirelim ve kutlamak için de bir radyo şarkısı çalalım dedik bu hafta. Johnny Mitchell'ın 1972'deki çok güzel şarkılarından bir tanesi “You Turn Me On I'm a Radio”. Gelecek hafta görüşmek üzere hoşça kalın.
Ö.M.: Hoşça kalın.